Makaleler
Eşitlik ve TRT 6 (ŞEŞ)
24/01/2009
‘‘Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, diğerine reva görmemek.’’ Bu kural, insanın vicdanı ve onuruyla da ilgilidir
CİHAN İPEK (Arşivi)
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin ilanından sonraki uluslararası insan hakları belgelerinin tümü ‘‘İnsanlar arasında eşitliği ve doğal adaleti’’ temel ilke olarak ele almıştır. Buna göre tüm insanlar eşit yaratılmış; her insanın yaşama, özgürlük ve mutluluğa ulaşmayı hükümetlerinden isteme hakkı var.
Ahlaki bir değer olarak bireylerin eşitlik ve doğal adalet ilkesini kendi aralarında uygulaması için ise herkesin anlayabileceği çok basit bir kural var: ‘‘Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, diğerine reva görmemek.’’ Bu kural, insanın vicdanı ve onuruyla da ilgilidir.
Deneyimler, insanların bazı durumlarda bu kuraldan rahatlıkla sapabileceklerini, her nedense kendilerinin daha üstün ve öncelikli haklara sahip olduğunu düşünebildiklerini de göstermektedir. Mesela bazı insanların diğerlerine nazaran daha özel olduklarına, kendi dil ve kültürlerinin önceliğine inanmaları gibi. Bu durumlarda eşitliğin ve adaletin güvencesi olarak yasalar ve hukuk üstünlüğü devreye girer.
Ellerinde devletin iktidar gücünü ya da kurumsal bir gücün kudretini bulunduran bazı yöneticiler de sahip oldukları gücü yitirmemek için, kendi grupları lehine çoğu zaman adalet ve eşitlik ilkesinden kolaylıkla ayrılabilirler. Bu durumlarla karşı karşıya gelen kişi veya grupların, eşit ve adil olmayan durumu düzeltmeyi talep etme hakları vardır. Ancak bu kişiler, alışılagelen statükocu, eşit ve adil olmayan yönetim biçimini değiştirmeyi talep etmek yerine, tabi tutuldukları manipülatif etkilerden dolayı, içinde bulundukları eşitsizliği ve adaletsizliği görmeyerek bunun bir doğal yaşam tarzı olduğunu da düşünebilirler. Tarihi deneyimler de bunu göstermektedir.
Yönetim erkini ellerinde bulunduran bazı iktidarların, yönetimlerini süreklileştirme ihtirasları nedeniyle, toplumda yarattıkları adaletsiz ve eşit olmayan uygulamaları veya hukuki hak arama yollarını çıkardıkları yasalarla tıkamaları, bazen katlanamaz bir hal alabilir. Bu durumlarla karşı karşıya kalanlar, sırf insan oldukları için sahip oldukları, mutluluğa erişmelerinde kendileri için çok önemli addettikleri haklarını kullanma taleplerini bireysel ya da toplumsal tepkileriyle dile getirebilirler. Bu onların en doğal hakkıdır. Türkiye’de Kürt kökenli yurttaşların anadilde eğitim, kültürel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yönündeki talep ve tepkileri gibi.
Birey olarak bazı kararlarımızı kendi irademizle ve isteyerek alırız. Bazı kararlarımızı da zaman içinde koşulların dayatması sonucu alırız. Siyasi iktidarlar da öyledir. Ancak siyasi iktidarların, ülke yurttaşlarının doğal hakları olduğu için özgürlükleri genişletme yönünde isteyerek aldıkları kararları, en sağlıklı olanıdır. Zira siyasi iktidarca kendiliğinden ve isteyerek alınan bu kararlarla yönetilenler, bir yandan siyasi iktidarla daha barışık olur, diğer yandan kendilerinin yönetim tarafından kabul görüldüklerini ve yönetime katılma haklarının (Participation) olduğunu düşünürler. Bu da toplumda siyasi istikrarı sağlar, barışı getirir, aynı ülkede karşı karşıya değil birlikte veya yan yana yaşama kültürünü geliştirir.
Türkiye’de, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Kürtlerin toplumsal ve kültürel haklarının genişletilmesiyle ilgili çok az karar, siyasi iktidar veya hükümetler tarafından sosyoloji, tarih ve bilim gerçekliğinden yola çıkılarak, adalet ve eşitlik ilkesi esas alınarak, kendiliğinden alınmıştır. Bu yöndeki kararların çoğu ya ülke ve dünya koşullarının dayatması ya da ülke insanının artık tahammül edemeyeceği kadar ağır bedeller ödemesinden sonra alınmıştır. Bu nedenle, Kürtlerin toplumsal ve kültürel haklarının tanınması ilgili atılan her özgürlükçü adıma sevinilmesi gerekirken, eleştirilere de neden olmaktadır.
Türkiye’de artık siyasi iktidarların ve kanaat önderlerinin, Kürt kökenli yurttaşlarımızın demokratik kültürel hak ve özgürlük taleplerini, devletin kalkınmasının, büyümesinin, siyasi istikrarının ve iç huzurunun önünde bir engelmiş gibi değil, ‘‘Adalet ve Eşitlik İlkesi’’ içinde evrensel hukuk değerleri bağlamında değerlendirerek temel bir insan hakkı olarak görmeleri gerekir.
Bu tarzda adalet ve eşitlikçi bir anlayışın Türkiye bürokrasisine de yerleşmesi için bir enstrüman olmasını umut ettiğimiz ve bu bağlamda Cumhuriyet tarihinde bir mihenk taşı sayılması gereken TRT 6 (Şeş), 01 Ocak 2009 dan beri Kürtçe yayına başladı.
Türkiye bürokrasisinin veya siyasilerinin statükocu düşünen geniş bir kesimi, bu gelişmeden hiç memnun değil. Çünkü bunun Türkiye’nin bir projesi olmadığını, dış ülkelerin, özellikle AB’nin ve ABD’nin dayatması sonucu atılan bir adım olduğunu bu nedenle bunun aslında Kürtlere verilen bir ödün olduğunu söylemektedirler.
Yine bir kısım Kürtler de bu yenilikten ve gelişmeden memnun değiller. Çünkü onlar da bu gelişmenin kendi mücadeleleri sonucu elde edilmiş bir kazanım olduğu halde, bunun yasal alt yapısının oluşturulmasında kendilerinin muhatap alınmadıklarını, hatta bu işin yasal alt yapısının dahi henüz olmadığını, dolayısıyla bu adımın yeterli kabul edilemeyeceğini, söyleyip memnuniyetsizliklerini dile getirmektedirler.
Fakat ister ödün verilmiş olsun, ister yetersiz bir adım, biz, TRT 6 (Şeş)’in Kürtçe yayına başlamasından memnunuz.
Biz kim miyiz?
Biz, Türkçe bilmedikleri için, devlet bürokrasisinden çekmediği kalmayan, çocuğumuz okusun da onuruyla ekmeğini kazanabilsin diye, boğazından kesip eğitim masraflarımızı karşılayan Kürt ailelerin, 12 Eylül tanklarının üstünden henüz geçtiği Üniversitelerde okuyan, şimdilerde ise kırklı yıllarını yaşayan, kimi memur, kimi öğretmen, kimi doktor, kimi avukat, kimi mühendis olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıyız.
İlkokula başladığımızda tek kelime Türkçe bilmiyorduk. Kimimiz çok güzel Türkçe öğrendi. Kimimiz hala Kürt aksanıyla Türkçe konuşuyor. Anne ve babamızla çocuklarımız arasında Türkçe tercümanlık yapmak zorundayız.
Okurken sırf bir üniversite bitirip meslek sahibi olmakla yetinmedik. Çalışmaktan başka sermayemiz olmadığı için bir taraftan çalışırken, diğer taraftan da hem mesleki açıdan hem de kişisel olarak kendimizi yetiştirdik; dünyayı öğrendik.
Öğrencilik dönemlerimizde ve belki de hala bazılarının düşündüğü gibi, Kürtçe serbest olsun, Kürtlerin toplumsal ve kültürel hakları tanınsın derken ne ‘‘bölücülük yapıp vatana ihanet’’ ettik, ne de devletin kalkınmasının ve iç huzurunun önünde bir engel olduk. Hukuka ve yasalara uygun yaşayıp, aslanın midesinde olan ekmeğimizi kazanırken, adaletsizliğe ve eşitsizliğe sadece tepkimizi gösterdik. Özgürlüğe ve mutluluğa erişmenin herkesin ve Kürtlerin de hakkı olduğunu dile getirdik.
Askerlik yaptık, çalıştık, ürettik, vergimizi verdik.
Vatan, Millet, Yurtseverlik edebiyatıyla devlet ihalelerinden palazlanmadık.
İçi kuru, ideolojik nutuklar atmaktan, sermayenin millileşmesi ya da globalleşmesi gerektiğini söylemekten ziyade, ülke insanlarının kalplerinin globalleşmesini, yaşamın ve dünyanın güzelliklerini, sanatı, barış içinde birlikte yaşamayı, herkesin diğerinin de mutluluğa erişme hakkının olduğunu bilmesi ve saygı göstermesi gerektiğini, söyledik, savunduk, yazdık, anlattık, öğrettik.
Üstün yetenekli değiliz. Uluslararası literatüre geçebilecek bir yenilik icat etmedik. Herhangi bir liderliğimiz de yok. Bu nedenle fotoğraflarımız gazetelerde yer almıyor. Onun için suretimize aşina değilsiniz.
Ama bizim bir özelliğimiz var, sizde de olmasını istediğimiz.
Biz, bu ülkede her zaman ve her yerde hukukun üstünlüğünü, eşitliği ve adaleti savunuyoruz.
Kürdüyle, Türküyle, Müslümanıyla, Hırıstiyanıyla, Sunnisiyle, Alevisiyle bu ülkedeki her yurttaşın, yaşayan her insanın devlet bürokrasisinde herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulmadan, eşit muamele görmesini ve kendisini, diliyle, kültürüyle, inancıyla özgürce ifade edebilme, bunları öğrenme ve geliştirme hakkına sahip olmasını istiyoruz.
Bu ülkenin geleceğinin ancak bu şekilde düşünenlerin çoğalmasıyla umut verici ve aydınlık olacağına inanıyoruz.
Biz doğmalara karşıyız. Bilim ve aklı öncü kabul ediyoruz. İnançlara da azami saygıyı gösteriyoruz. Bu şekilde düşünenleri seviyoruz. Onların yanında yer alıyoruz. Bunların aksini düşünenlerin bu ülkeye hiçbir yarar sağlayabileceklerine inanmıyoruz.
Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik kaynakları, coğrafyası ve eğitimli insan sayısıyla yurttaşlarının barış ve refah içinde yaşayan bir diğer İsviçre olmaması için önünde hiç bir engel yoktur.
Şimdi TRT 6 (Şeş) in Kürtçe yayına başlamasına karşı olanlara ya da yeterli bulmayanlara sormak istiyoruz.
Bizim TRT 6 (Şeş) in yayına başlamasına niye sevindiğimizi anladınız mı?
Yoksa bizi hala bölücü, ütopist ve hayalperest olarak mı görüyorsunuz?
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yazarlarından Thomas Jefferson: "Bir toplumun, yaşayışında bir ideali tamamen gerçekleştirememiş olması, bu ideali değerden düşürmez." der
Cihan İpek: Avukat
Tartışı-Yorum kategorisindeki tüm haberler »
Okur Yorumları (3 Yorum)
marifa_65@hotmail.com - 28/2/200918:0
Yazı önemli bir soruna insan merkezli ve insanın mutluluğunu esas almış. Özellikle biz kimiz? başlığı altında bu toplumun büyük çoğunluğunun yanında vicdanın sesi olmuş... Şu veya bu siyasi saikle dile getirilemeyen basit, sıradan ve insana ait o toplumun sağduyusunu dilendirmişsin. Sorunun hep çözümünün zor oldoğu söylenir . Ama aynı zamanda insani bir bakış açısıyla çok da zor olmadığını gösterdiniz...
TRT Şeş.... - 6/2/200915:28
TRT Şeş diğer (Laz,boşnak,abaza,vs..) İnsanlarımızı çok kötü etkilemiştir.Ben bu açılımı Anayasaya aykırı buluyorum...
TRT ŞEŞ HALKLARIN KARDEŞLİĞİNE ANIT OLSUN - 4/2/200916:38
VATAN SINIRLARI İÇİNDEKİ DİN MEZHEP IRK VE/VEYA HERHANGİ BİR AYRIMCILIĞA FARKILIĞA SAHİP OLDUĞUNA İNANMAK BİLE ÜRKÜTÜCÜ. ÜLKE SINRILARI İÇİNDEKİ HER NEVİ IRK DİN DİL RENK ÜLKE MOZAİĞİMİZ İÇİNDEKİ GÜZEL RENKLER VE BELKİDE ÜLKEMİZİN EN BÜYÜK HAZİNESİDİR. BU HAZİNEYİ KORUMAK ADINA HER TÜRLÜ ÇABAYA DESTEK VERMEK GEREKMEKTE. BİZİ GÜZELLEŞTİREN ÖZELLEŞTİRENDE BELKİDE BU RENKLİ MOZAİĞE SAHİP OLMAK. ELLERİNİZE SAĞLIK YAZINIZ ÇOK GÜZEL OLMUŞ. BİNLERCE YILDIR AYNI TOPRAKLARI PAYLAŞAN BİRBİRLERİNE KIZ ALIP VEREN BU ESASTA AKRABALIK BAĞLARI KURULMUŞ OLAN BU MOZAİĞİN ASLINDA PARÇALANAMAYACAK OLDUĞU AŞİKARDIR. TRT ŞEŞ İLE BAŞLAYAN DEĞİŞİM SÜRECİ HAKLARIN KARDEŞLİĞİNE GÜZEL BİR ANIT OLSUN BU ÜLKE NE YALNIZCA KÜRDÜN,NE YALNIZCA TÜRKÜN,NE YALNIZCA ALEVİNİN NE DE YALNIZCA SÜNNİLERİN BU ÜLKE KURTULUŞ SAVAŞINDA KANINI CANINI MALINI VEREN TÜM IRKLARI DİLLERİ RENKLERİ VE MEZHEPLERİYLE "HEPİMİZİN".TEŞEKKÜRLER.
engindk - okurun diğer yorumları için tıklayınız
KADIN HAKLARI DÜNYA EMEKÇİ KADINLARA
Kadınlarımız, üstüne şarkılar söylenen,şiirler yazılan,türküler yakılan kadınlarımız.Bir şairimize göre “Soframızda öküzümüzden sonra gelen” Can’arımız…
Oysa ne güzel başlamış öyküsü:
Eski göçebe Türk toplumlarda itibarlı insanmış,kurultayda danışılan, sözü geçen, erkeğin aklına güvendiği kadınlar. Bir efsaneye göre evreni yaratmak için kadından esinlenilmiş. Oğuzlarda Umay adlı bir kadın tanrı varmış. Dede Korkut öykülerinde sarsılmaz bir karı- koca sadakati, birlikteliği göze çarparmış.
Sonra bir şeyler olmuş: Kadın kaşık düşmanı olmuş, baş belası oluvermiş. Oğlan çocuklarının kız çocuklarından daha üstün tutulması, ata-erkil bir yapı çıkmış ortaya. Kadınlar birden değişmiş, değerini kaybeder olmuş.Aşağılanmaya başlanmış. Nereden bilsin bu gün bile kaybettiklerini arayacaklarını.Bugün kadın hakları diye bağırılıyorsa, toplantılar yapılıyorsa demek ki bir şeyler esirgenmiş,alınmış elinden kadının.
En üzücü olanı da hep toplantılar yapılır,nutuklar çekilir, konuşulur. Kadın hakları diye. Erkeklerimiz iyi niyetle yapar bunu. Ama profesörlerden bile eve gidip eşini dövene rastlanabiliyor.Demek ki bu konuşmakla ya da okumakla da ilgili değil. İş beyinde,ruhta, çözümlemekte bir şeyleri.
Dinamik Türk toplumunda kadın ve erkek denk,cinsiyet dışında, biraz da fizik olarak güçlü.
Ama aile içinde ve dışında hayatta önemli bir yeri var kadının. Kadının erdem ve meziyetlerini saymak hiç önemli değil çünkü bunlar gerçek ve zaten biliniyor.Kurultaylarda danışılıyor kadına, sözü dinleniyor, söz dinliyor, karşılıklı.Uzun sürmüyor bu hayat…
Dinsel hukukun yanlış yorumu, yanlış eğitim, ekonomik sosyal ve kültürel bir çok nedenler toplanınca başka bir bakış açısı çıkmış ortaya. Elinin hamuru ile erkek işine karışma, saçı uzun aklı kısa, iki kadının bir erkek tanıklığına eş sayılması,kız çocuklarının gömülmesi.
Hala bir babanın kaç çocuğun var sorusuna sadece erkek çocularının sayılmasıyla yanıt vermesi. Acaba bunları kadın kendisi mi istemiş yoksa erkekler mi uygun görmüş. Elbise gibi sırtlarına giydirilmiş çıkmak bilmez yıllardır. Kim bilir belki isteyerek erkek egemen bit toplum cıkıvermiş ortaya hala erkek pek çok davranışı yapar,kötü ya da iyi yanlışta yapsa hatadır, bağışlanır.Kadının böyle bir lüksü yoktur. Büyük olay olur.Hatta taşla dövülüp öldürülen kadınlar varken ne söylesek sanki boş gibi.Kadınlarımız da haklarımı geri alacağım diye kavga veriyor.Bence erkeklerin eğitilmesi,bilinçlendirilmesi gerekiyor. Kim eğitecek, tabiki anne eğitecek.
Uzun yıllar kafes arkasında kaldı kadınlar. En uslu, en sessiz bunu kabullenen kadınlar da makul kadınlar oldu. Ne yapsın kadın ? Evde otursun, ev işlerini çok iyi yapsın,doğursun, üretime katkısı olmasın,çok bilmesin,erkeğini mutlu etmeye çalışsın. Olumsuzluk olunca da katlansın,çaresiz olsun. Okumasın,kazancı olmasın ki kıpırdayamasın.
Sonra yıllar geçmiş birileri çıkmış demiş ki “Bir toplum,bir millet erkek ve kadın denen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini görmezlikten gelelim de, kitlenin tümü ilerleme gösterebilsin. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin. Kuşkusuz ilerlemez adımları…
Atatürk şöyle demiş “ Adımların birlikte atılması, ilerleme yenileşme alanına birlikte ulaşılması gerekir.”
Türkiye de 1926 yılında medeni kanun çıkarıldı.1930 da ilk kez belediye seçimlerine girme hakkı tanındı.
Artık kafes arkasında,peçe altında,çaşaf içinde ki kadınımızı tarihin tozlu sayfalarında aramak gerekir.Kadınımız evdeki uygar yerini almıştır. İş hayatında başarılıdır.Siyasal hayatta,ülke yönetim kadrolarında yerini alıyor,alacaktır.Bir çok uygar ülkede bile kadından esirgenen bu hak kadınlarımızın elindedir artık.Kadınlarımız bu hakkını uygar ve kendine yakışır şekilde kullanmayı bilecektir. Atatürk.
21. yüzyıldayız. Yurt genelinde düşünelim bir an hala Amet dayım at üzerinde,Ayşe teyzem sırtında bir yük odunla iki metre gerisinde yürür.”O erimdir tabi önde gidecek” der.
Acaba Y.Kadri’nin Yaban romanında olduğu gibi Ahmet Celal’in köyde yaşadıkları sürüyor da biz mi görmüyoruz? Acaba aydınlarımız da yeterince ışık olmamış,aydınlatamamış mı oraları yeterince. Ayşe teyze de mi hata,eksik nerede?
Demekki erkek egemen toplum,egemenliğini sürdürmeye devam ediyor yan yana yürümeyi başaramadık daha.Yoksa Mor çatı,Sığınma evleri niye olsun ki . Kadınlarımız yine dövülüyor,çaresizler,yaşam koşulları ağır bir toplum, ekmek için her şeye katlananlar var.”Beğenmiyorsan annenin evine git “ Sözü eskide kaldı diyemeyiz.Belki sözcükler değişmiş. Şöyle diybiliyor mu erkekler Her türlü gereksinimizi karşılıyorum ve gidiyorum.
Keşke buna da gerek kalmasa Tüm kızlarımız kadınlarımız ekonomik,kültürel yönden,ruhen donanımlı ayakları yere sağlam basan kişiler olsa …
Gönül isterki yukarıda yazılan tum sorunlar olmasa. Sen-ben olmasa kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibi olsa .Ne biri önde,ne biri arkada yan yana yürünse ne güzel bir dünya olurdu Kim istemez…
SALİH TAŞ